Aile-Çocuk-Toplum
ve Sorumluluk Üzerine
Tarih:6 Aralık 2011
Yer: Bayındır-Furunlu köyü
Olay (Haber): evlerinin bahçesinde oynayan küçük
Emre, peynir yapmak için kaynatıldıktan sonra bekletilen içi süt dolu kazanın
içerisine düştü. Emre’nin annesi Filiz Ulutaş’ın da 9 aydır hastanede kanser
tedavisi gördüğü öğrenildi. Önceki gün toprağa verilen küçük Emre’nin başına
gelenleri eşinin yanındayken öğrenen acılı baba ise olan biteni hastanedeki
eşine söyleyemedi.
Haber başlığı: Kanserli
annesine öldüğü söylenemedi
Haber
başlığı duygu sömürüsüne çok açık. Açık olmasına rağmen ibretlik bir haber aynı
zamanda.
Sıcak süt dolu
peynir kazanına düşen bir çocuk: ‘’O çocuk 3.5 yaşında’’ ...
3.5 yaşında bir
çocuktan dikkatli olmasını bekleyebilir miyiz? Neyin zarar vereceğini
bilmesinin mümkün olmadığı çok açık. Her ne iş yapıyor olurlarsa olsunlar, o
yaşta bir çocuğun güvenliği için gereken her türlü önlem yakınları tarafından
alınmalıydı.Deniyor ki savunmada, çocuk hiperaktif. Çocuğun hiperaktif olması
ailenin bahanesi olamaz...
Medya duygu
sömürüsü yapmayı bırakıp bu tür konulara gerekli hassasiyeti göstermek, toplum
eğitimi ve farkındalığına katkıda bulunmak zorundadır.
Yıllar önce de
tesadüfen gittiğim bir hasta ziyaretinde aynı odada kalan 2.5 yaşında ve
tandıra düşerek yanan, acılar çeken, uyuyamayan, sürekli ağlayan bir çocukla
karşılaşmıştım. Hiç tanımadığım bu çocuğa daha sonra küçük bir oyuncak alıp
götürmüştüm belki oyalanır, biraz mutlu olur diye...
Söz konusu yaşlar
merakın ve dokunarak öğrenme isteğinin yoğun olduğu yaşlardır. Her an
gözlerimizin üzerlerinde olması gerekmektedir. Akla gelemeyecek her türlü
olayla karşılaşmak mümkündür.
En çok kaza ev
içinde, çok yakınımızda ve gerekli önlemler alınmadığı için gerçekleşiyor.
Sağlıklı çocuklar
dünyaya getirip sağlıklı kalmaları ve iyi yetişmeleri, sorunsuz büyümeleri için
gerekeni en başta ebeveynler, sonra da toplum yapmalıdır. Aile içi eğitim bu
konuda şarttır ancak görüyoruz ki eğitimli olması gereken medya elemanları da
günümüzde tam olarak üzerlerine düşen görevi yerine getirememektedir.
***
Bir de şu
haberdeki aileyi görelim:
Tarih: 24 Aralık 2011
Yer: Belçika
Konu: Oturdukları apartmanın
2. katında gece uykuda iken çıkan yangından 2 yaşında ve 40 günlük bebeklerini
kucaklarına alarak, onlara bir şey olmasın diye, yardım bekleyip gelmeyince ve
çaresiz kalınca, bebeklerini korumak için sırtüstü kaldırıma atlayan Türk anne
baba...
Sonuç: Anne başını kaldırıma çarparak ölmüştür,
baba ve bebekler yaralıdır.
***
Şimdi de bir başka sorumluluk,
evlat sevgisi ve koruyuculuk örneğine bakalım:
Tarih: 30 ekim 2011
Yer: Bingöl
Olay:4 çocuklu bir anne, 3 çocuğu ile gittiği
bayram alışverişinde iken, bir mağazanın önünde, çocuklarını korumak için canlı
bombanın üzerine atlıyor..
Sonuç: Anne ölmüş, çocuklar yaralı ve tedaviye
alınmışlardır. Belki içgüdüleriyle davranmıştır ama bir facia yaşanmasını da
önlemiştir bu fedakâr anne.
***
Bir haber ve bir hastalıklı yaşam
biçimi daha:
Tarih:5 Ocak 2012
Yer: Bolu-Mudurnu
Olay: 25 yaşındaki E.D. ile
imam nikâhıyla yaşayan ve nüfus kaydında 11 yaşında olan Z.Ç.’nin 8 aylık
hamile olduğu anlaşıldı. Z.Ç. hastaneye kaldırıldı.
Sonuç: Doktorların hastaneye
yatması teklifi imam nikâhlı eşi tarafından kabul edilmeyince evine
gönderildi...
Bu bir çocuk, 11
yaşında bir çocuk ve bir çocuğu olacak. Ne olduğunun farkında olup olmadığı
tartışılır. Okul sıralarında
oturması gereken, yaşıtlarıyla oynaması, yaşaması gereken bir kız çocuğunu bir
eve getirip bir adamın koynuna sokup kadınlık yapması bekleniyor. Suçlu
kim? Bu masum çocukları nasıl bir gelecek bekliyor? Ruhlarındaki kırılmalar,
simsiyah karanlık nasıl tamir edilecek, nasıl aklanacak?
Toplumumuzdaki anne ve baba
fedakârlığına, insan vurdumduymazlığına, insan olmanın ayrıcalıklı
onurundan yoksun yaşamlara çok sayıda örnekler vermek ve yaşamın içinde her an
buna tanık olmak mümkündür.
Görülüyor ki bir yanda beyaz bir
yanda siyah, çokça da gri renk mevcut. Sorun sadece kazalar, koruyamamak, ihmal
de değil. Öz evladına cinsel tacizde bulunan ruhlarını şeytana satan
babalar, kızlarını satan anneler, dünyaya yeni gözlerini açmış minik bir canı
çöp kutusuna, cami avlusuna bırakanlar, para ile satanlar... Ve daha birçok
inanmakta güçlük çektiğimiz, içimiz acıyarak duyduğumuz, okuduğumuz olayla
karşılaşıyoruz.
Sayıları az olsa da kayıtsız kalan,
dikkatsiz, bilgisiz, eğitimsiz ve facialara yol açan aileler dikkatle
gözlemeli, çocukları korumaya yönelik yasalar belki yeniden gözden
geçirilmelidir.
Zordur insan olmak, insan
kalabilmek.
Suretler insan olmuş ne fayda?
Gayret edelim, insan olmanın
yüceliğinin farkına varıp koruyabilelim.
Yaşamak günü doldurmak, nefes almak
değildir sadece. Yaşama karşı, birbirimize karşı, çocuklarımıza karşı çok
sayıda sorumluluğumuz var. Herkes kendi sorumluluğunun bilincinde olmaya
çalışmalı, yaşamının her anında bu bilinçle davranmalıdır.
Zordur çocuk olmak.
Çocuk olmak ezilmektir,
suçlanmaktır, aşağılanmak, anlaşılmamaktır bazen.
Yaşamda öğrenecekleri ne çok şeyi
vardır çocukların… Yalanı öğrenirler, nefreti öğrenirler, sahtekarlığı
öğrenirler, ihaneti öğrenirler.. ve her koşulda susmaları, sırları saklamaları
beklenir, tehdit bile edilirler. O küçük dünyalarını ışıltılarla
doldurmak yerine karanlıklarla, korkularla doldurururuz.
Ebeveyn hataları ve bunların
çocuklar üzerinde bıraktıkları izlerini, gelecekteki yansımalarını hepimiz
biliyoruz... Karakter oluşmasında temel etken aile değil midir?
Kısacası zordur bu yolda yürümek.
Zorluklarını kolaylaştıralım
onların, uzun ve engebeli hayat yolculuklarını kolaylaştıralım, kısaltmayalım.
Sevgiyle, insan olmanın ayrıcalıklı
onuruyla kalın...
Müşerref ÖZDAŞ