Deneme ve Makalelerim / Toplum-İnsan

Diğer blog ve çeşitli paylaşımlarıma bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: http://blog.ok.net/muserrefozdas/

Açılan sayfanın sol kısmındaki ''Bağlantılar'' kısmından Haber sitelerindeki köşe yazılarıma, blog ve yazdığım edebiyat sitelerine ulaşabilirsiniz.
Keyifli saatler geçirmenizi dilerim.
Müşerref ÖZDAŞ
********************************************


Günleri isimlendirmek ve anlam yüklemek


Yine bir telaş, birbirinin benzeri basın açıklamaları, çiçekli böcekli kutlamalar, kadınların eşlerinden, sevgililerinden beklentileri, bolca reklam soslu ticari kaygılar, siyasi kaygılar... Açılan sergiler, yenilen yemekler, geçici ve sersemletici etkisi olan ilaçlar gibi geçen bir gün: 8 Mart...

Günleri isimlendirmek ve anlam yüklemek...

İşte, yapılan sadece bu...
Çokça söylem, çokça eylem...

Hangi ayın hangi gününü ne ile isimlendirdiğimizin ne anlamı var ki? Kimi güne duygu kimi güne cinsiyet yükleriz de kimse ne yapacağını, nasıl yapılacağını tam bilmez aslında.Tabi ki bu günlere siyasi görüş eklemeyi de hiç unutmayız. Kadınlar gününe de devrimi, sosyalist söylemleri yükleyiveririz.Bu da bir ayrımcılık değil midir?Emekçi kadınlar deniliyor.Her kadın ve her erkek emekçi değil midir? Evine, işine, eşine, çocuğuna, geleceğine, aşkına, sevgisine ve daha pek çok şeye emek vermiyor mu insanlarımız?

Ezilen bir kesimden bahsediyoruz.Yani kadın. Şunu göz ardı ediyoruz ki kadın kadar erkeği de ezmekte, zorlamakta, dayanma gücünü eksiltmektedir yaşam koşulları. Var olan , yaşanılan şiddet vakaları direk eğitimle de ilgili değildir. Üniversite mezunu bir kadını döven yine üniversite mezunu bir kocaysa diploma ve eğitimle ne kadar ilişkilendirebiliriz yaşananları?Sorun bakış açısında. Yaptığını normal gören kafa yapısında ve susup kendine bunu reva görenlerde...

Kadınsa konu,kadın olmanın farklılığı vardır elbet.Şu da var ki ne kadın tek başına, ne de erkek tek başına bırakılmıştır yaradılışta. Birbirini tamamlayan iki unsurdur onlar.Her şeyden önemlisi kadınlığı erkekliği, cinsel kimliği bir yana bırakıp insan olmanın üzerimizde olması gereken ağırlığı ve bunu layığı ile taşıyabilmeyi konuşabilmeliyiz. Dinleyebilmeyi,anlatabilmeyi, anlayabilmeyi, empati kurabilmeyi, yani insan olabilmeyi konuşabilmeliyiz.Ne kadın tam olarak bir erkeği anlayabilir ne de bunun tersi olabilir. O halde farklılıklarımız zenginliklerimizdir deyip  birbirimize elimizi uzatıp yaşama birlikte dokunmaya çalışalım.

Tüm kadınlarımıza, analarımıza, babalarımıza sevgi ve saygıyla...

08.03.2012
M.Özdaş

**********************************************************************



Çekilebilir bir hayat için ne gerekiyor?

Geçtiğimiz haftalara ait bir haberde oldukça dikkat çekici bir belirleme ile karşılaştım. Haber şöyle idi:Hollanda'da Alkol Kullanma Yaşı 10'a düştü...

Peki, bu haberden sonra ne oldu? Büyük ihtimalle birçok kişi okuyup çoktan unuttu bile.

Zehirlenme sebebiyle hastaneye kaldırılan bu yaş çocuklarının araştırmalara göre yaklaşık dörtte üçünün içki kullanmayı anne ya da babalarından öğrendikleri belirtilmiş.

"Çocuklarımız ve alkol" adlı kitabının tanıtım toplantısında  yapılan bir konuşmayı konu alan bu haberde ailelerin sorumluluğu olduğu belirtilse de, kütüphaneler dolusu kitap yazılsa da, birileri suçlansa da asıl çözüm nasıl bulunabilir konusunda  köklü bir çalışmanın yapılmadığı da açıkça görülmektedir. Hollanda hükümetinin alkol satın alma yaşını 16’dan 18’e çıkarması sorunu çözecek midir? Bu ülkede umuma açık yerlerde içki kullanmak yasak olup küçük yaştaki çocuklara alkol satan yerlerde ruhsat iptaline varan cezalar da verilebilmektedir.

ABD'de daha önceleri alkol kullanım yaşı eyaletten eyalete değişirken şimdi ülke genelinde 21 yaş uygulaması geçerli.

Ya diğer ülkelerde sınır nedir? Birlikte görelim:
Fransa: Gençlere dair organizasyonlarda sponsorluk yasağı var. Televizyon ve billboardlarda alkol reklamı yasak.İçki satışı yaşı hafif içkiler için 16, diğerleri için 18.

İsveç: Burada da alkol reklamı yasak ancak light bira yada sınıf 1 kategorisindeki içkilerin reklamı yapılabiliyor.İçki satma yaşı işte 18.

Danimarka: 2003 yılından itibaren televizyon ve radyoda içki reklamı yapılabiliyor.Spor müsabakalarında reklamları yasak.Dükkanlarda 16 yaşa kadar satılabiliyor.

İrlanda: Yasak konusunda Türkiye ile benzer bir durumda. Ancak büyük gözetimi dâhilinde içki içmek için bir alt sınır aranmıyor.

Belçika : Çocuklara yönelik etkinliklerde sponsorluk yasak. Gençleri hedef alan reklamlara da dikkat ediliyor. Bar vb.yerlerde 16 yaş sınırı bulunuyor. Bira ve şarap gibi içkilerdeyse herhangi bir sınırlama yok.

Yunanistan: Spor organizasyonları haricinde birçok yerde sponsor olarak kullanılabiliyor. Benzin istasyonlarında, büfelerde, bakkallarda hatta hastane kantinlerinde bile içki satışına rastlamak mümkün.

Malezya: Televizyon ve radyolarda alkol reklamları yasak. Malayca olmayan gazete ve dergilerde içki reklamı yapılabiliyor. Alt sınır ise 18.

Dubai: İçki kullanımı için alkol lisansı gerekiyor ve bu lisans müslümanlara verilmiyor. İçki satışı ancak büyük oteller ve gece klüplerinin bünyesinde yapılabiliyor. Ramazan'da özel uygulamalar devreye giriyor.21 yaşından küçüklere ise içki satılmıyor.

Sorun sadece alkol müdür? Ya fuhuş, ya uyuşturucu, ya  daha fazlası... şiddet, terör?
Peki, bizde durum nedir? Türkiye’de 2011 yılı başlangıcında, içki satış ve tüketimine  getirilen kısıtlamalar o günlerde çok ses getirmişti.  TAPDK (Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu)  ( 07/01/2011 tarihli ve 27808 sayılı Tesmi Gazete’ye göre) Tütün mamulleri ve alkollü içkilerin satılına ve sunumuna ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmeliğe göre  2. bölüm madde 24’de  alkollü içki reklamları ile ilgili kısımlarda Çocukları ve gençleri hedef alan yerlerde bazı kısıtlama ve yasaklara yer verilmiştir.

 Başlangıçtaki tanımlar kısmında madde 4’de Genç: Onbeş ile yirmidört yaş arası dönem içinde bulunan kişi olarak açıkça tanımlanmış.
Yine 2. bölümde madde 6 aynen şu ifadelere yer vermektedir: İşyerinde; onsekiz yaşını doldurmamış kişilere tütün mamulleri ve alkollü içkiler satılamaz veya sunum suretiyle tüketimlerine arz edilemez. Yaş konusunda tereddüde düşülmesi halinde satıcı, talepte bulunan tüketiciden kimlik belgesi istemek suretiyle, onsekiz yaşından büyük olduğu bilgisine ulaşarak satışı veya sunumu gerçekleştirir.

Bu düzenleme sonrası, yukarıdaki açık ifadeye rağmen, değişik kesimlerde seslerin yükselmesine ve çoğu zamanki gibi tam olarak bilgi sahibi olmadan, kulaktan dolma bilgilerle konuşup eleştirmeyi kendine hak gören toplumun farklı kesimlerinden kişiler 24 yaşa takılı kalmıştı.
Sınırlamaları siyasi olarak yorumlayanlar da çoğunlukta idi.

Birçok evde ortaöğretim hatta ilköğretim düzeyinde çocukların mahalle bakkalına gönderilerek bira ile başlayan içki veya sigara satın almaya gönderdiğini hepiniz görmüşsünüzdür. Diyelim ki gönderilmedi, evde içki sofrasının kurulduğunu, mezeler hazırlandığını, dağınık bir masa başında sigara dumanının ağırlaştırdığı atmosferde çakırkeyif sohbetler yapıldığına tanık olmuştur evin çocukları, gençleri. Büyük olmanın böyle bir şey olduğu fikri uyanmıştır belki de...

Peki, ne yapılabilir? Kişisel özgürlükler kısıtlanmalı mı? Anne, baba ve yakınlar içki sigara kullanmamalı mı? Ya da her şeyin dozunda yapılabileceği fikri mi verilmeli yetiştirilen evlatlara? Aile içi ve okul eğitimi sorunları çözer mi? Satış yasağı önleyici olur mu yoksa yasaklar daha mı çekici kılar? Belki de akademik düzeydeki araştırmalar, tartışmalar ve çıkan kararlar  topluma olumlu olarak dönebilir. Bunun arayışında olunmalı.

10 yaşında alkol alan, komaya giren, 12 sinde cinselliği yaşamaya başlayan, 13-14 ünde doğuran bir dejenere yeni nesil çıkıyor ortaya... Türk toplumu da büyük bir hızla takipte bu dejenerasyonu. Japonya'da çocuk birası üretilip yok sattığını, 400.000 şişe sipariş aldığı bilgisine ulaştım.
 Neler bekliyor bu yuvarlak dünyayı daha? Bu biranın sloganı ise şu : “Hayat çocuklar için bile içki olmazsa çekilmezdir.” Ne denir ki? Bu dünyayı içkisiz çekilir kılmaya çalışmak bu kadar zor mu?
Karar sizlerin sevgili okuyucular.
Hayatınızın çekilebilir olması ve onu birileri için çekilebilir, hatta harikalar diyarı haline getirebilmeniz dileğiyle…

Müşerref ÖZDAŞ
19.12.2011
__________________________________________________


Haydi, ben de güleyim bari

Göğüs kontolüne giden ve mamografi çektiren Hülya Avşar, deneyimini köşesinde yazmış.
Günün en önemli haberi mi olmalıydı Hülya Avşar'ın memelerinin ultrasonunu ve mammografisini çektirmesi... Olmamış belli ki, oturup kendi yazmış yavrucuk.Nasıl çekilmiş, nasıl ellenmişmiş... 


Ah hülya ah.. ! 
Aklın fikrin seksüel tepkilerde yine. Karşındakinden tepki duymasını, reaksiyon göstermesini görmek istiyordun galiba. Sen ''Dünyanın en güzel '' kadınısın ya, Cihangir de her kimse, yatırmış demek ki seni.. başkasını da yatırıyorlar merak etme... :) 
Burada çıplaklık dediğin sahneye çıkarken oranı buranı açmaya benzemiyor demek ki. Sahnede izleyen yüzlerce kişi kendi hayal dünyasının içine dalıp senin göğsünü, bacağını, oranı, buranı, şuranı yoğuruyordur mutlaka zihninde. 
Şunu da hatırlatayım; bir süre önce yine senden '' beyin seksi'' diye bir öneri gelmişti. Seni evirip çevirirken, bir yandan işini yapıyor görünürken bir yandan da beyinlerinin mesai yapıp yapmadığını nereden biliyorsun. Tek mammografi çektiren sen değilsin. 
Memenin bir makineye sıkıştırılması, alttan üstten, sağdan soldan görüntülenmesi tamamen sağlık için, bunu biliyorsun. Kanser teşhisi koyulmuşsa bir kadına o andan itibaren memesinin sarkacağının, dizine ineceğinin hiç önemi yoktur. İlk düşündüğü '' bunu nasıl atlatacağım, nasıl başa çıkacağım, sağlığıma kavuşabilecek miyim, ömrüm ne kadar, eskisi gibi olabilecek miyim... ? '' gibi sorunlardır genellikle.Belki bir gün jinekoloji muayenelerin sırasında hissettiklerini de ayrıntılı yazarsın bizlere.  Ne de olsa insanların tek derdi bunları okuyup öğrenmek ya...

Lütfen gülün demişsin ya yazının sonunda... işte ben de gülüyorum senin bu yaklaşımına. Gülerek reaksiyon gösteriyorum... :))

Müşerref ÖZDAŞ
10.12.2011


_____________________________________________________


Mü'nün Müstanbul Hayali


MÜ’NÜN MÜSTANBUL’UN HAYALİ
YerMüstanbul
Rakım2023
Yıl2011
Müstanbul’da sıradanbir gün.
Yıl 2011. Bir İETT otobüsündeyiz, yolcular ve şoför arasında basit, güncel ve nazikâne bir diyalog:
- Şoför: İnin lan otobüsten... bu bebek yapma otobüsü mü?
- Genç yolcu: Bi biskrem versem?
- Şoför: Eee… yanındaki ne vercek?
- İ.Tatlıses :  Allah cezanızı verecek

YerYine Müstanbul
Yıl2012
Otobüs duraklarında bulunan bazı uyarılar ve özlü sözler:
*** Şişli yönüne giden yolcuların dikkatine: Aman şoförü kızdırıp da şişlenmeyiniz bir yerinizden…
 *** Bu otobüs alayına, şu otobüs balayına gider.
*** Bir şoför bir şoföre gel beraber nikâh şahidi olalım demiş…
*** 31 nolu  ve 69 nolu otobüslere bineceklerin dikkatine:  Bu hatlarda çift şoför  bulundurulmaktadır. Biri dikiz görevini yerine getirirken diğeri otobüsü kullanmaktadır.
*** Acil durumlar için prezervatif bulunur. Akbil geçerlidir. 

İETT otobüslerinde bulunan bazı uyarılar:
*** Ön koltuklar ebelere ve gebelere ayrılmıştır.
*** Bebek yapma denemesi için en arka koltuklar ayrılmıştır.( Lütfen deneme sırasında perdeleri çekiniz)
*** Bez değiştirme ve emzirme hizmetleri için arka koltuklar ayrılmıştır.
*** Ebeler sadece İETT de bebek yapanlara hizmet verir. Bir bilet parasına itina ile doğum    yaptırılır.
*** İlk yardım kutusunda prezervatif bulunmaktadır.
*** 3 çocuğu olanların bir çocuğundan bilet alınmamaktadır.
YerYine Müstanbul
Yıl2013
Otobüs, güzergâhında hareket halindeyken yaşananlar:
Bir bayan yolcu: Ah….yetişin doğuruyorum…
Bir diğer bayan yolcu:  Ebe nerde? Yetişsin…
Ebe: Geldim… yol açın hanımlar…  Hadi ıkın bakalım… bu arada camdan bakın, sıkılmaz ve ağrını unutursun.
Bayan yolcu: Sık dişini kızım, Allah bir duraktan öbür durağa doğurmak nasip etsin… az kaldı… Trafik açıldı, ilerliyoruz… J
Erkek yolcu: Doğum fotosu çekilir ablalar… anında facebook ve twitter’e akratılır… şöyle bir poz verin bakalım… J
Ebe: Adını ne koyacaksın.
Yeni anne: İsmETT…  burada doğurmakmış kısmet…
Ebe: Göbek adı Boğaziçi olsun…
Şoför: Yenge, evin adresi nasıl, yol değiştiriyoruz…
Yeni anne: Geçerken babasını da alalım… Sola sap…
Bebeğin başına üşüşen yolcular: Aman da pek tatlıymış , hanimiş amcaları, hanimiş teyzeleri, hanimiş şoför amcası…

Okullarda biyoloji eğitimindeki değişiklikler:
Metroda üreme:  metro-sexüel üreme denebilir…
Otobüste üreme:  mobil üreme

Yapraklı takvimlerde doğacak çocuklara isim önerileri:
Erkek olursa: İsmETT
Kız olursa: kısmETT

Yeni doğanın kimliği:
Doğum yeri: Müstanbul- Mümkünlü-  Hayal durak
Adı: İsmETT
Soyadı: Oldubirkere
Ana adı: Nesensor
Baba adı:Nebensöyleyeyim
Göbek adı: Boğaziçi
Doğum yılı: 2013
Kan grubu: MÜ Rh +

Yazan: Müşerref ÖZDAŞ
____________________________________________


Sevgi Sihirdir

İyileştirici sihirli kelimeler: seni çok seviyorum.
Kalbi ısıtan anlar:sıcak bir bakış ve içten bir gülüş.

Kim kime demeli? Sevginin çeşitleri neler?
Bir bayan bir başka bayan arkadaşından, bir dostundan duyabilir mi?
Bir bay başka bir bay arkadaşına, dostuna , evladına, annesine, babasına, akrabasına da bunu söyleyebilir mi?Söylenmeli mi, söyleyebilir misiniz?
Ben bugün duydum.

Selamlaştık karşılaşınca ayaküstü. Epeydir görüşmediğim bir sağlıkçı öğretmen arkadaş ile hastane bahçesinde karşılaştık, görevinin başına gidiyordu. Neşesiyle capcanlı bir ‘’ merhaba’’ ve ‘’sıcak bir gülüşle ‘’ silkinip kendime geldim. Hasta imiş oğlu ve evde yalnız. Anne yüreği yaşı kaç olursa olsun onu görmesini, yoklamasını söylemiş,  içi daha rahat olarak görevinin başına dönüyordu. Okul öncesi dönemini bildiğim  dünya güzeli, sarışın , mavi gözlü bir oğlan idi. Şimdi 13-14 yaşlarında. Annesini görmüş olmanın da verdiği psikolojik güçle daha kısa sürede iyi olacağından şüphem yok.

Mesaisi başlıyordu az sonra. Sağlık teksisyeni olarak yetiştirdiği öğrencilerinin başına doğru yürürken ‘’ Bir gün gel, uzun uzun oturup görüşelim, seni çok seviyorum …’’ deyip giderken içimin biraz daha aydınlandığını görmüş müydü? Kendine iyi bak deyip ayrıldık...

Bu kadar içten bir sevgi ifadesi günün en güzel anıydı...

Sevgi evrenseldir. Sevgi akar, yerini bulur... Sevgi yeniler.. Sevgi iyileştirir.
İlaçlardan, psikologlardan çok daha önemli bir güçtür...
Sevgi ilaçtır... Sevgi sihirdir.

Omzuna dokunup uğurladım onu, ‘’ ben de seni seviyorum ‘’ diyerek.

Ne  zaman karşımıza çıkacağını iyi bilir sevgi ve sevgi sözleri...
İyi ki varsınız seven ve sevilen dostlar...
Ben de sizleri seviyorum çok.
Müşerref ÖZDAŞ
05.12.2011
_______________________________________



Tarhanadan müstehcenliğe giden kısa yol


 Tarhanadan müstehcenliğe giden kısa yol
ŞOK ŞOK ŞOOOKKKK !!!
Pişmiş müstehcen tavuk hemcinsleri tarafından kınandı!!!
+18 haber...

Geride bıraktığımız hafta Hürriyet Pazar ekinde Civan er tarafından verilen ‘’ Tarhun ve Tarhanalı Tavuk’’ tarifindeki kızarmış tavuk resmi bir bayan okur tarafından müstehcen bulunmuş. Bir yemek resminde ilk bakışta müstehcenlik gören bir kadının  ruhsal durumu ve cinsel yaşamı araştırmaya değerdir belki.

Çiğ tavukların başına gelmedi kızarmış tavuğun başına gelenler. Sizi gidi yelloz tavuklar sizi...  Solaryuma girip soyunup dökünüp çıkmayın böyle  gazete köşelerinde. Olan var olmayan var, et but yerinde, birilerinin iştahı kabarır, bir yeri şişer sonra. Öyle görünüyor ki kabarmış da.

Dervişin fikri neyse zikri odur derler ya, Hanımgöbeği veya Vezirparmağı tatlısı yiyenler ya da Dilberdudağı adlı tatlıyı yiyenler de tahrik oluyor mu acaba?

Koyuna, keçiye, köpeğe tecavüz edenler, tavukla ilişkiye girenler, eşo gelinlerle ilk deneyimlerini yaşayanlar hatta oturduğu banka tecavüz ederken sağlık sorunu yaşayıp 112 acil’i arayanlar hâlâ varsa bu toplumda aslında çok da şaşırmamalıyız  böyle bir bakış açısına.

Pişmiş müstehcen tavukla bir restoranda bir âdem yalnız kaldığında ne yapar acaba? Gizli kamera çekim lazım. Üstüne bir de Hanımgöbeği tatlısı gelirse masaya yiyen ne yapsın.
Bu bir dizi senaryosu konusu bile olur böyle giderek  muhafazakârlaşan bir toplumda ve reyting rekorları bile kırar.

Hayata nasıl ve nereden bakarsanız öyle görürsünüz. Tavuğun tavuk gibi görülebilmesi bile bu kadar zorken yakında yılbaşı gecesine yönelik cinsellik çağrıştırıcı, iç gıcıklayıcı iç çamaşır ve renklerle dolacakken vitrinler, millet aya gidiyormuş, marsta su bulunmuşmuş kime ne. TV’de hemen hemen her dizide, filmde cinsel istismar, çarpık aşk ve seks  ilişkilerinin, tecavüzlerin izlendiği ve sayelerinde reyting rekorları kırılan bir toplumun üyelerinden  çok sağlıklı olmalarını, olayları ve görüntüleri çarpıtmamaları, kendi fantezilerini katmamalarını beklemek zor elbette.

Konuyu burada Mü ananızın sözü ile noktalayıp yüksek huzurlarınızdan çekileyim artık.

Mü ana sözü: pişmiş aşa su katılmazsa pişmiş tavuğa da yan gözle bakılmaz.

Haber: kümes ve mutfak muhabiri: Müşerref ÖZDAŞ