30 Aralık 2011 Cuma

Hayat Konuşsun



Akşam yemeği vakti TV karşısında sakin bir şekilde yemeğimi yerken kanallar arasında da zaplıyordum. ATV’ye gözüm takıldı birden. Diğer benzerleri gibi,Esra Erol ile ‘’Evlen Benimle’’ adlı şu garip ve gereksiz, aptalca programlardan biri yayındaydı.20 yaşında bir kız süslenmiş püslenmiş, baloya gider gibi bir hallerde, prensini bekler gibi kurulmuştu koltuğa. Hönk ! dedim birden, bu da ne? Yaş:20, ne işin var kızım burada senin? Ne yaşadın ki daha, hiç mi başka yapacak bir şeyin yok hayata dair? Tek derdin evlenmek mi? Birkaç dakika içinde sana söylenen allı pullu sözlerde mi bulacaksın hayatına alacağın, hayatına gireceğin kişiyi?

Eskideeeennn çok eskiden, anneler hamamda beğenirmiş oğullarını evlendirecekleri kızları. Boyu posu, gözleri, bakışları, sesi, makyajsız teni, edası, tüm saflığı ile orada bulunan latilokum kızları... Peki, ya buradaki yirmilerinde olan ya da henüz olmayan dilberler? 17-22 yaşında ama kendilerini programa hazırlayanlar platforma çıkarmadan önce öyle bir güzel benzetmişler ki... 40-45 yaşında kokoş teyzelere benzemişler. Diyelim ki seni beğendi gelen, ya da sen onu beğendin, diyelim ki evlendin, ertesi gün sabah yataktan kalkarkenki gözler şiş, makyajsız, gözü çapaklı,  mahmur, bezgin halini görenler seni tanıyabilirler mi dersin a be güzelim !

Program yapanlara önerim: ‘’ Hamamda kız beğenme’’ adlı bir program yapsınlar da kız anaları gelsin, görsün bu dilberleri saf, makyajsız halleri ile... Çalsın sazlar, oynasın kızlar, o kurnadan ötekine atılsın laflar, göbek taşına oturup yutulsun dolmalar, köfteler...

Hayatın ilk basamaklarında  sayılabilecek bu hatun kızların programa gelen taliplerine ilk sordukları soru: ev- araba- banka hesabı... Ne kadar emek verdin şimdiye dek, ne ürettin, neye katkın oldu, dünyanın hallerini, bir evin nasıl geçindiğini kaç kez düşündün, o BEYİNciğini kaç kez yordun?

Ah be hatun kişi... Önce sil o yüzünün gözünün boyasını, sonra gerçekten aç gözünü, bak şöyle bir etrafına... Mutluluğun resmi çizilemez, tanımı kolay yapılamaz ama sen mutlu olmaktan neyi anlıyorsun? Sevişmeyi, öpüşmeyi, pahalı elbiseler giymeyi, takılar takmayı mı? Öyle ise çok yanlış bir noktasında duruyorsun hayatının ve bundan dolayıdır ki önce kendi içinde dengeni bulamıyorsun. Bir duruşun olsun önce, bir hayat felsefen olsun. Der ki ozan(*) ’’Bir insanı tanımak bir yaşam harcamaktır...’’ Kendini tanı önce, sonra çık bu yola, sana uzanan eli tut önce, sen de elini uzat hayata.
Sizlere boyalı hayatlar sergilenirken her Allah’ın günü başka nasıl düşünebilirsiniz ki, siz de haklısınız belki... Ama şunu bilin ki hayat basamağının şu an durduğun noktasından daha öteye gidebilmen, daha ilerisine bakabilmen öyle zor olacak ki... Ya gördüğünü anlamayacaksın, ya duyduğunu... Asıl önemlisi hayat denilen denklemi sen hiç çözemeyeceksin belki.

‘’Sandığımdan çok karmaşık çıktı hayat..’’  der bir başka ozan.(**)... Sen de benim sandığımdan... Neyse, ben susayım, hayat konuşsun. Fısıltıları rüzgâra da karışsa,  çok uzaklardan da gelse, anlamak isteyen anlar her zaman hayatın sözlerini. Sözsüz iletişimi de iyi başarır hayat. Ve bir gün son sözünü de söyler hayat.
(*):Özdemir Asaf
(**):Özdemir İnce

Müşerref Özdaş

27 Aralık 2011 Salı

Yeni Yılı Beklerken



Yeni bir yıla girmeye sayılı günler kaldı.
Adettendir köşe yazıları yazılır, haydi bakalım bir tane de ben karalayayım.

Sokaklarda, çarşıda, pazarda sivri renk renk külahlar,  aptal maskeler,püsküllü süsler, irili ufaklı Noel Baba sembolleri, plastik çam ağaçları, bol bol kırmızı, özellikle iç çamaşır., seksi kıyafetler göze çarpıyor çok sayıda. Bütün bunlar olmadan yeni bir yıl gelmeyecek mi veya bunları alıp kullanarak daha mı mutlu olunacak? Umutlarınızı kırmızı, el kadar bez parçalarına mı bağlayacaksınız?  Sarhoş olmadan karşılanamaz mı yeni  gelen gün ve yıl? Pazardan pazartesiye , salıdan çarşambaya geçmekten ne farkı var o günün, gecenin? Umutlarımızı  piyangoya mı bağlamalıyız ille  de? Ya ertesi günkü hüsran, vahlar tühler? Yıkılan ve ertesi yıl bu zamanlara ertelenen hayaller, zengin olma umudu?

Köşeyi dönsem ÖLÜM...düz gitsem HAYAT... der bir şarkıda,
HAYAL ise dikey çıkış, hayallerin suya düşmesi denilen şey de tepeden yere çakılma anlarıdır.Belki de boyunuzu geçmeyen bir suya balıklama atlayıp dibe çakılmak.Beyin ölümünün gerçekleşmesi hayallerin...

Ne diyelim, hayallere devam yine de...

Paranın beni değiştirip değiştirmeyeceğini bilmek istiyorum, Tanrım,lütfen bana bir şans! diyenlere gülümsüyorum sadece... Medya ve reklam dünyasının dolduruşuna ne de kolay geliyoruz.

Kırmızıda keramet mi var? Eğer öyleyse, bu kadar çok mutlu ediyor ve enerji yüklüyor ise tüm dünyayı kırmızıya boyamaya ne dersiniz?

Yine kırmızılı kıyafetler eşliğine, kadınların kırmızı rujlu gülücükler ve öpücükler dağıttığı, sevgiliye kırmızı güller verildiği, hindi dolmaları yiyerek, belki kırmızı halıların serili olduğu lüks mekanlarda salınarak, kırmızı şarap içerek, şampanyalar patlatarak, tıka basa mideleri doldurarak, gecenin devamında kırmızı noktalı saatler yaşanarak, çılgınca eğlenerek geçecek pek çok kişinin 2011 son gecesi… Ancak ertesi sabah uyandıklarında dünyanın bir yerlerinde aç insanlar olmaya devam edecek.İşgaller, zamlar, borsada düşüşler, terör, dünyanın pek çok yerinde kırmızı alarm durumları yaşandığı gerçeği var olmaya devam edecek. Belki kırmızı reçetelik maddelerin kullanılarak insani duyuların tamamen ortadan kalktığı, dumanlı kafa ve buğulu gözler eşliğinde girilecek yeni bir yıla…

Gelen yılların güzel, mutlu, verimli, bizden çok şey götüren  getiren yıllar olmasını dileyelim yine de ancak dilemekle olmayacağını ve çaba göstermemiz gerektiğini de unutmayalım tabi ki..

Sevgiyle kalın, mutlu kalın, umutla kalın...

Müşerref Özdaş
27.12.2011

25 Aralık 2011 Pazar

DÖKÜLEN İNCİLERİM...

DÖKÜLEN İNCİLERİM...




İnci kolyem koptu bugün. 
Yerlere saçıldı tüm incilerim. 
Toplayıp dizsem yeniden, 
Bİr teki eksik kaldı. 
Boynumda 15 incinin izi kaldı. 


Birinci inci: Adı vefaydı. Bir ömür sürecekti. 
İkinci inci: Şefkat: Sıcacık ısıtırdı. 
Üçüncü inci: Güvenimdi. 
Dördüncü inci: Aşkımdı. 
Beşinci inci: Tutkumdu. 
Altıncı inci: Mantığımdı. 
Yedinci inci: Unutulan düşlerimdi. 
Sekizinci inci: Tutunacak dalımdı. 
Dokuzuncu inci: Bekleyişlerimdi. 
Onuncu inci: Özleyişlerimdi. 
On birinci inci: Hatalarımdı. 
On ikinci inci: Öfkelerimdi. 
On üçüncü inci: Günahlarımdı. 
On dördüncü inci: Dualarımdı. 
On beşinci inci: Eksilen yanımdı. 
Müşerref ÖZDAŞ