Yaşamak zordur, bazen her zamankinden daha çok kararlı olmayı gerektirir.
Peki ya ölmek?
Öleceğini bilmeden, evden çıktığında geride bıraktıklarına son kez
baktığını seslerini son kez duyacağını bilmeden gidip geri dönememek de var yaşamın
içinde, bu şekilde hazin bir veda ile ayrılmak da…
Kurşunun adres sormadığı gibi kazaların da sıra sende miydi diye sormadan
geliverdiği, içimizdeki karanlığın bazen aydınlığa, bazen de aydınlığın
karanlığa dönüştüğü, sürprizlerle, acılarla, umutlarla, umutsuzluklarla,
beklentilerle, sevinçlerle, sevinçlerin tükenmesiyle dolu bir yaşam sürüyoruz.
Gündelik sıradan haberler haline geldi artık özellikle trafik kazaları. TV
ekranlarında her gün savaş görüntüleri, yaralılar, kan revan içinde görüntülerle
karşılaşan insanlarımız bu duruma da o kadar alıştı ki, bardağındaki çayı
yudumlayarak, ağzındaki lokmasını yutarak izlemekte.
Dün öyle bir şey oldu ki, haber sitelerinde öyle bir video yayıldı ki,
gitmeye, bu dünyada yaşayacak bir şeyi kalmadığına karar vermiş içimizden
birinin veda videosuydu bu. Yaşamak bazen her zamankinden daha kararlı olmayı, daha
yürekli olmayı gerektirir gerçekten de. O, aynı kararlılığı gitmek için
göstermişti.
Bugün o videoyu ben de izledim. Sükûnet içinde gördüm pek çok kişi aksini
iddia etse de.
Tutunacak belki çok dalı olan ama tutunmamayı tercih eden biri gibi göründü
bana. Ne yaşadıysa hepsini geride bırakıp çekip gitmek… İsteği buydu, bunu
tasarladığı belliydi.
Ölüme gülen yüzüyle belki de içi kan ağlayarak gidiyordu.
“Hayatıma güzellik ve ilham katan herkese teşekkür
ederim. İyi bakın kendinize.” diyecek kadar da sevgi
doluydu kalbi. Ve 37 yaşında yaşama bye deyip gitmişti.
Açıktı, netti, yaşam motivasyonu kalmadığını belirtiyordu. Çevresiyle de
daha önceleri bu fikrini defalarca paylaşmış olduğu da videosundaki şu
sözlerinden anlaşılıyordu:
“ Bu sabah yaşam defterimi kapatıyorum. Birçok
arkadaşımla konuştum bu süreçte, dolaylı ya da doğrudan, okudum, araştırdım ve
hatta doktora gittim ama sonunda bu kararı aldım.”
Anlaşılan o ki o kişilerden hiçbirinin eline ve yaşama
sarılamamıştı. Belki onun karanlığına ışık tutmayı becerememiş, belki de
yaşamındaki karanlığın, ışığının söndüğünün farkına varamamıştı kimse.
Ölüm haberi alındığında yakınları inanamadı, bu
gerçeğe inanmakta güçlük çektiler. Yakınları dışındaki çok kişi de onu suçladı.
ODTÜ mezunu olduğu öğrenilince de öfke, kalplerdeki karanlık bu defa
ODTÜ’lülere yöneldi. İnançsız bir sürü genç yetiştirildiğini saldırganca
söyleyenler oldu. İnançsız olduğu için bunu yaşadığını söylediler,
yargıladılar. Oysaki kimsenin hakkı değildi yargılama.
O kendini yargılamış ve bir karar vermişti. İşte tek
gerçek buydu.
Bir yazılım firması sahibi ve Toastmasters Derneği
Başkanı Mehmet Pişkin tarafından çekilip sosyal medyada yayınlanmış bu videonun
viral olabileceği de, bir şaka olabileceği de konuşulmuştu.
Hiçbiri değildi.
Sonuç: Ağzında kekremsi şarap
tadı, gözlerindeki nem, sigarasından çektiği bir nefes duman ile vedasını yapıp
gitti. Belki de pek çok kişiden daha onurluca davrandı.
Kimse kendi doğumuna karar veremez belki ama görüyoruz
ki ölümüne karar verebiliyor.
Uzmanlarca bu sağlıklı düşünemeyen bir beynin işi ama
hepimiz her gün defalarca çeşitli kanallarda TV yapımcıları tarafından onay
verilip gerçekleştirilen bir yığın ölüm kokan haber görmekteyiz. Bu kişilerin
beyni Pişkin’in beyninden daha mı sağlıklı?
Hangisi doğru?
Söz konusu veda videosu gösterimden, sitelerden
kaldırılsın diyenler ne kadar haklı?
Sevenleri acılarını yaşayadursun, tanımayanlar da
suçlayadursun…
Ekşi sözlük’e göz attığımda konu hakkında fikrini belirten kureselpanda
nick’ine sahip birinin yazdıkları dilimin ucunda olduğu halde cesaret edip
yazamadıklarımı dile getirmiş sanki. Şöyle demiş:
Az önce izledim mehmet pişkin'in intihar
videosunu:
Gerçek mi, değil mi bilmiyorum;
öğreniriz birkaç saate kalmadan... ama hislerim görüntülerin gerçek olduğu
yönünde . Hiç tanımadığım, yüzünü görmediğim, bu kadar güleç yüzlü ve keyifli
bir insanın kendisini öldürmeden önce içtiği son şaraba, son sigaraya tanıklık
etmek allak bullak etti içimi!
Kendi hayatımı düşündüm, mutluluklarımı
ve mutsuzluğumu; umutlarımı ve karamsarlığımı... Sonra bir kez daha baktım
Mehmet Pişkin'in gözlerine, dinlediği Ella’nın “ Every time we say
goodbye “ şarkısını dinledim yeniden. Boğazım düğüm düğüm oldu. Tanımak
istedim O'nu.
İntiharı kutsamıyorum ama bu intihar
olayı aklıma Marx'ın intihar üzerine şu cümlesini getiriyor:
"intihar insanın kendi varoluşu
üzerine söyleyebildiği son sözüdür." …
Bu sözler üzerine uzun uzun düşündüm. Son sözlerimizin en güzel sözlerimiz olabilmesini diledim.
“ Ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın.” demiş Âşık Veysel. O
genç adamdan geriye de buğulu bakışları, kararlı sesi, şarabı, sigarası ve
şarkısı ile bir video ve anılarda bir isim kaldı.
Sen diyorsun ki: "Hayatın tatsız taraflarıyla
çok başa çıkamadım herhalde. Çünkü nazik, neşeli, eğlenceli, akıl ve ruh olarak
böyle bir inceliğe ve derinliğe sahip birisi olmayı çok önemsedim. Ve şu anda
bunları korumak ve sağlamak ciddi bir yük haline geldi benim için."
Umarım bizler bu ciddi yükü taşımaya devam edebilir, birbirimize bu yükü
omuzlamak konusunda yardımcı olabiliriz.
Güle güle genç adam.
Müşerref Özdaş