15 Ağustos 2012 Çarşamba

Güvenmek ya da güvenmemek, işte bütün mesele nerede?

Güvenmek ya da güvenmemek, işte bütün mesele nerede?

Güvendiğimiz dağlara kar yağar, oysa kar beyazdır, huzurdur. Güvendiğimiz dağlara yalandır yağan ve gri. Bende gri karışıktır. Siyahtan biraz da beyazdan çalar rengini, pusludur, istir, kirdir. Siyah daha koyudur ve en dürüst. Neden?


Gökyüzü ile yarışıyordu düşüncelerim, ruhum. Önce grilik nereye çökecekti. Odama elbet. Bana ve hüzün renkli gözlerime. Yine dalmış gitmiştim. Gittiğim yerler yalnızlık. Neden yalnızlık? Zaman zaman en rahat olduğum yer. Kimse kalmak istemese de, en kalabalıkta bile kaçamak yapar. Bir acı saplanır aniden. Gülerken aklına düşüverir; bir aldatılmışlık, o an gözler eğilir, bir şerit hakim olur, geçiverir anılar kısacık. İçinde ne büyük kayıplar vardır. Herkesin vardır. Kimileri için itiraf etmek küçüklüktür. Değildir oysa. Ne zaman nerelerde yitirdim anımsıyorum; güvenimi.
Büyüdüğümdü.
Anlamaya başladığımda herşeyi. Hissetmeye.
Hiç kimse beceremiyordu aslında yalanları. Kandıramıyordu. İnanmış görünmeyi öğrendik, çünkü böyle gerekti. Yoksa herkesi kaybedecektik. Herkes değildi aslında dürüst olmayan; Bazıları, birkaçı. Onların kalmalarına da biz izin veriyorduk aldanmış görünerek. Onlar bunun farkında bile değillerdi. Daha az acıyla tutunmak içindi, gülümseyişler. Nasıl davranırsak belki öyle olurlardı. Hoş değişmezdi hiçbir insanoğlu. Olsundu, bazıları biryerlerde anlardı, yaptıklarını, yaptıklarından vazgeçmeleri gerektiğini. Kimileri de bizlerden gidince anlamışlardır başka birilerinde. Başka birileri şanslıydılar.


Cümlelerim düşüyor, yamuk yumuk sözlerim. Anlaşılmak istemiyorum. Anlatmak hiç. Beni, yaşanmışları, acı verenleri, bazılarınızı, birşeyleri anlamaya davet etmeyi çok isterdim. Bundan da uzun zaman önce vazgeçtim. Bir insan yapacaklarını yapmışsa, yaptıklarının acıttığını ona anlatmak kocaman bir sıfırdır. Bilincinde olsa zaten yapmayacakları şeylerdir. Neden söylemekle yorayım ki, onu-beni-bizi.


Güvenmek isteriz çünkü kimyamızda var, herkes birbirine güven duymak ister, bazılarımızın buna daha çok ihtiyacı vardır. Bir insana nasıl güvenilir? Açık sözlü olmasını bekleriz, ihtiyacımız olduğunda yanımızda olmasını isteriz, zaman zaman sorunların üstesinden gelmek için birilerine ihtiyacımız vardır. Çalışırken, severken ve aşkta.


Öyle bir zamandayızdır ki,yaşam sahnedir. Oyuncular mükemmeli oynar, işte dersin harika bir insan. Güvenirsin. Dostluk başlar, aşk başlar. Tam inancının en kutsal yerinde başından aşağı kaynar sular boşalıverir. Güvenemeyeceğini anladığın andır. Birkaç cümle ile kendini ele verir. Kaybolursun. İnce ince kar başlar, gri.


Kendini sorguladığında peki? Aynada kendinle yüzleştiğinde, ben güvenilecek bir insan mıyım’a cevabın “kesinlikle evet” ise, o kadar yıpratıcı olur karşılaştığımız güvensiz insanlar. Güvenemediğimiz insanlar, belki kendilerine bile güvenleri yoktur onların ki bize nasıl güven versinler. Bir o kadar da zordur yeni insanlara kapılarımızı açmak.


Güvenimizi kaybetmek yalanla başlar, samimiyetsiz sözlerde filizlenir. Aşkı ele alalım, kendi yaşadığımız ya da tanığı olduğumuz sarsılmış ilişkilere bakalım. İlk başta aklımızı çelen ona güven duymak değil midir? Bir insan bir insana güvenmek için ondan neler bekler? Söylediği sözlerin arkasında kalıyorsa kayıplar başlar. Hani tek taraflı aşklar vardır. Bir taraf aşka adanmıştır, diğeri de aşka ait malzemeler için yaşar. Sadece olmuş olması içindir bazı ilişkiler. Onu alana elde edene kadardır tüm roller. Ne kadar kolaydır başka hayatlara misafir olmak, sevgiyle açılmış kapılarda izler bırakırlar. Kirli ve soğuk.


Ve gerçek aşktan, aşıktan, çok büyük birşey çalarlar! GÜVEN!
Oyunlar oynamaya alışmış kişiler için güven ne kadar gereksiz ise, diğeri için büyük kayıptır, yitirildiğinde yerine konması imkansız.
Ağır günler başlar, herkesten uzak kalınmış günler. Kimileri bunu uzman doktorlar yardımı ile çözmeye çabalar. Beş harfli küçük bir kelime, hayatlarımızda ne büyük bir olgudur aslında.


Sözleri söylemeden düşünmek gerek, uzun cümleler hemen kısalacaksa ve yerine gelmeyecekse susmak gerek. Sırf kendi baharımız için başkalarının mevsimlerini tahmin edemeyeceğimiz şekilde kışa dönüştürmemek gerek. Çalmamak gerek güvenleri, en çok da dokunmamak.


Sahneden inmek istiyorum zaman zaman, perde ben yokken kapansın, çünkü alkış olmayacak.
Siyah daha koyudur ve en dürüst. Neden?

Çünkü kendidir, sadece siyah.

(Alıntı)

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir hoşum bu akşam



Bir hoşum

Bir rüya gördüm dün, o andan beri düşünüyorum...
Rüyamda sevip saydığım bir büyüğümü görmek için gidiyorum ve
gittiğim evde mevlüt okunduğunu görüyorum.
Soruyorum nedir bu diye,
-Haberin yok mu ?diyorlar...
Görmeye gittiğim kişinin vefatının ardından okunan bir mevlüt imiş, anlıyorum...
Eller açılmış, dualar ediliyor, herkes mahzun, ben daha mahzun...
Duvardaki resimlere bakıyorum, ona ait eşyalara dokunuyorum,
varlığından geriye kalan anları hatırlamaya çalışıyorum,
Gidip de dönmemek, gelip de görmemek var derler ya...
Gidiyor ve göremiyorum...
Yok artık...

Maddenin katı, sıvı, gaz halini bilir herkes...
Ya ruh hali?
Onun kapladığı alan?
Belki cismi yok artık birçok sevdiğimizin, yakınımızın, ismi kalmış ve hissettirdikleri,
Peki ya düşündüğümüzde gözlerimizden süzülen o tuzlu kimyasal sıvı?

O fotoğraf karelerine hapsedilen anlar...
Dokunabildiğimiz tek hatıralar onlar ve gözyaşları..
O fotoğraflara hapsolan anlar ki sonradan baktığımızda ne düşündüğümüzü, neler konuştuğumuzu hatırlamakta bazen zorlandığımız anlar. Bir saniye içinde gelip yerleşen ifadeler ve sonra silinişleri.

Kendimi kötü hissettim epey bir süre....
Şimdi nasılım?
Anlayın işte, bir hoşum...

M.Özdaş

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Yaşam yürü diyor



Yaşamın adil olmadığından söz ederiz en bunaldığımız zamanlarda.
Şans bize gülmemiştir, talih kuşu konmamıştır omzumuza...
Yakınır dururuz.
Çok sonraları geri dönüp biraz da derinlemesine ve sakince düşündüğümüzde,
yap bozun parçaları zaman içinde yerine oturduğunda birden anlarız ki bize şanslar verilmiştir.
2. bir şans, 3. bir şans... belki daha fazlası...

Bırak orada kalsın her şey, sen yürü denilmiştir.
Anlamamışızdır...
Anlasak da anlamasak da yürümek zorundayız.
Yürümüşüzdür, yürüyeceğiz de...
Ben yürüyorum...

( M.Özdaş)

20 Temmuz 2012 Cuma

İlan-ı ibadet

Ramazan geldi ya birçok TV kanalında diyetisyenler boy göstermeye başladı, gazeteler Beter Emine ! 'nin vb.. yemek kitaplarını veriyor. Besmele çeken, elhamdülillah diyen bardak reklamları yapılıyor...
Yani etinden sütünden yününden yararlanma meselesi...
Bir kere de alet etmeyin şu mübarek ayı...
Sanal alemde de geç vakitlerde birbirine benzer mesajlar göreceksiniz büyük ihtimalle:
" sahuru bekliyorum, yok efendim iftarı bekliyorum, bana dokunmayın çok sinirliyim.. falan filan... "
İlla ki ilan edeceksiniz yaptığınızı değil mi?

M.Özdaş

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Şevval SAM - Kapıldım Gidiyorum ( Kapıldım, kurtaran yok mu? :)) Rüzgar sert esiyor... )



- Oğlum Olric, kurtaran yok mu dedik, ses çıkmadı kimseden..
+ Mü efendimiz, elini veren kolunu kaptırdığı için kimse el uzatamıyor, korkuyorlar...
- Haklısın Olric... peki sen?
+ Pııışşşkkk anan güzel mi Mü efendimiz, ben de uzatmam elimi...
- Öyle olsun Olric... senin de başın sıkışır bir gün...
+ Pardon Mü efendimiz, rüzgar nasılsa duracak, sizi kendi halinize bırakıyorum.. .
- Defol gözüme görünme bir süre Olric... yıllık izne gönderiyorum seni...
+ Peki Mü efendimiz... yarın ibibikler ötmeden, sütler kaymak tutmadan giderim...
- Gitmeden sütümü ısıtmayı, beni uyandırıp kahvaltımı hazırlamayı da unutmazsın değil mi?
+Unutmam Mü efendimiz... Allah rahatlık versin, gidin siz yatın artık, sinir katsayınız yükselmiş sizin...
- Aferin oğlum Olric, benim her halimi biliyorsun, hadi sen de git yat...
+ Peki efendimiz...