13 Nisan 2012 Cuma

YAŞLI BİR ADAMIN HİKÂYESİ VE BİR ŞİİRİN DOĞUŞU ( AH BABAM ! )




Yaşlı bir adamın hikâyesi bu. Yaşamın yorgunluğuna katmıştı yorgunluğunu. Sabah çayını içiyordu. Demli çayını. Yüreğinde demlenmiş nice acılar gibi demli çayını… Ve sigarası yoldaştı ona. 64 yıllık yaşamına üç hecelik mutluluğu sığdıramayanlardandı. 
Öylesine bir güne başlamıştı. Az sonra çıkar dolaşırım diyordu içinden. Kalktı, giyindi, ayağında eskimiş ayakkabıları ile yola çıktı. Amacı yeni bir ayakkabı almaktı. Sağda solda rastladığı tanıdıklara, yaşıtlarına selam vererek ve pek de acele etmeden yürüyordu. Çarşıya varmıştı. Vitrinlere baka baka ilerliyordu. Bir mağazaya girip birkaç ayakkabı denedi ve siyah bir tanesinde karar kılıp alarak çıktı. Onun için o anın ihtiyacı buydu. Ve bunu gerçekleştirebildiği için mutluydu.
 İşte bu kadarcık bir şeydi bazıları için mutluluk. Ama yine de yaşamına, bu yaşama armağan bıraktığı siyah saçlarına ve karşılığında aldığı ak şaçlarına, yüzündeki kırışıklıklara sığdıramamıştı işte o üç hecelik mutluluğu. Yine ağır ağır evine geldi. Yalnızlık sinmiş evine. Yatağının başucunda iki çerçeve dururdu. Yıllar öncesini hapseden iki çerçeve. Birinde eski eşi ve kendisi yan yana duruyordu. Ötekinde de oğlu ve kızı. Yalnızdı son yıllarında yaşlı adam. Bir nefese, bir söze muhtaç… Yaşam akıp gidiyordu işte. Demli çayı ve sigarası eşliğinde.

Kızına düşkündü. Yakın olmasalar da birbirlerini severlerdi kuşkusuz. Ama kader onları birbirinden uzak tutuyordu. En son kızını göreli yaklaşık iki ay olmuştu. Elinde bir poşet, içinde pijamalar, kızına gitmişti birkaç gün kalmaya. Son Cuma namazını kılıp evine dönmüştü yine. Ve aradan günler geçip gitmişti. Bir gün kızı gördüğü rüyasında gerçek yaşamında hiç olmadığı kadar sıkı ve içten bir şekilde koşup ona sarılmıştı. Nereden bilirdi ki bunun bir son veda olduğunu? Bir şarkı duymuştu sarılırken de: “ Geçti ömrün baharı, ihtiyar olduk bugün.” Etkilenmişti bu rüyadan o mahzun kız. Henüz iki gün geçmeden bir telefon geldi. Aldığı haber hiç de hoş bir haber değildi. Babasıyla ilgiliydi. Bir gece sabaha karşı düşüp bayılmıştı. Yeğenleri ve kardeşi tarafından hastaneye götürülmüş, oradan da büyük şehirdeki başka bir hastaneye yönlendirilmişlerdi. Artık anlaşılmıştı ki durum ciddiydi. Akciğer kanseri idi ve yaklaşık 1,5- 2 aylık bir ömrü kalmıştı. Yapılması gereken tedaviler ancak acısını azaltmaya yönelikti. Kurtuluşu yoktu. Kendisi bunu bilmiyor ve ilaçlardan, doktorlardan medet umuyordu. Şifa bekliyordu. Aralıklı olarak hastaneye girip çıkarak son günlerinin geldiğinin farklında değildi.

O hafta sonunu oğlu ve gelini ile birlikte deniz kenarında geçirmeyi bir gece önceden planlamışlarken, gece aniden fenalaşmış banyoda yere düşmüştü. Ve acılar çekiyordu yine. Hemen o gece hastaneye götürüldü tekrar. Ve giderken ilk defa yeni aldığı ayakkabılarını giymek istemişti. Giydi ve gittiler. Ertesi gün sabah erkenden kızına haber verdiler yine. Bu defa sanırım onu artık yolcu etmeleri gerektiğinin onlar da farkına varmıştı. 
Yola çıktı kızı erkenden. Hastaneye ulaştı ve onu beyaz çarşaflar içinde, hastane yatağında iyice zayıflamış, adeta kemikleri sayılır ve rengi sapsarı görmüştü. Hepsi biliyordu bu sonun geleceğini. Öyle bir acıdır ki acınızı saklamak zorunda olmanız. Acıdan taş kesilirsin adeta. Ve gözlerindeki nem donar kalır. İçiniz kanar usul usul. Okyanuslar kabarır. İşte o mahzun kızın da içi kanadı o gece sabaha kadar. Fırtınalar esti. Yaşlı adamın koluna takılı serumun hortumuna arada bakarak söylediği bir söz o mahzun kızın hafızasından hiç silinmeyecekti. O sözler şunlardı:“Bu gün sabah olmayacak galiba.” Ve yaşlı adam dayanılmaz acılarına Kelime-i Şahadet getirerek katlanmaya, zamanın akışını durdurmaya çalışıyordu…

Ve işte o gün o yaşlı adam için sabah olmadı. Acısı dindiğinde artık o bu dünyaya ve sabahın beşinde acısını içine akıtan kızına veda ederek çekip gitmişti. O kız son akşam yemeğinde sadece birkaç yudum su verebilmişti ona. Ve sevgi dolu bakışlarını hatıra bırakmıştı. 
Hemşireler son an koşup müdahale yaparken çıkarmışlardı onu dışarı. Bir kaç dakika sonra hemşirelerden biri gelip başınız sağ olsun dediğinde artık tamamen bırakıvermişti kendini. İçine hapsettiği ve dondurduğu acısı artık dışarı taşıvermişti. 
Henüz tam soğumamış beden, o incecik beden beyazlara sarılıp sarmalanmış ve ayaklarından bağlanmış bir halde beyaz çarşaflı yatağındaydı. Yüzünü görmek istedi son bir kez daha. Sapsarı ve soğuktu. Eğilip sol yanağından ve ışığı sönmüş alnından öperek usulca veda etti yaşlı adama, babasına, doyamadığı babasına... Ona söyleyebildiği son sözler sadece “ Güle güle git! “ olmuştu. 
Geriye kalan sadece, hastane amblemli bir poşete doldurulmuş üzerinden çıkan eşyalar ile ilk ve son kez giyebildiği siyah ayakkabıları olmuştu. Elinde poşet, yüreğinde çöreklenmiş acı ve yanaklarından süzülen damlalar ile çıkıp gitmişti oradan. Hastane bahçesinden dışarı çıkarken son defa dönüp baktı geriye. '' Ah babam! Ben seni hiç doyasıya sevemedim ki '' dedi ve yürüyüp gitti.
AH BABAM…!
Ah babam…!
Seni ben hiç
Doyasıya
Sevemedim ki…
Sen bana can verdin,
Bense,
Son nefesinde
Bir yudum su
Sadece…
Ah babam…!
Ben seni hiç
Doyasıya
Sevemedim ki…
Bir sabah
Öptüm sararmış alnından…
Gün doğmamıştı daha,
Soğuktun…
Solmuştu
Alnındaki ışığın…
Ellerini öptüm
Son defa,
Isıtabilmek için..
Nafile…!
Karayeller esti içimde.
O günden sonra
Ben bir daha,
Kimsenin elini
Öpemedim ki…
Okyanuslar taştı
Göğsümdem
Yıkıp geçti
Tüm geçmişi…
Güle güle git !
Dedim usulca…
Bana cevap veremedin ki…
Ben artık
Gelen sabahlara
Doğan güne
Sevinemem ki…
” Geçti ömrün baharı “
İhtiyar oldum bugün “
Dedin bir gece
Düşümde…
Aylar önce.
Bu bir
Son vedaymış,
Bilemedim ki…
Ah babam…!
Ben seni
Doyasıya
Sevemedim ki…
Müşerref ÖZDAŞ
Sevgili genç şair arkadaşım İbrahim Sarp Baysu’nun yazdığı gibi : ( ” Siz şiirlerimi okurken ağlıyorsanız,ben yazarken ölüyorum. ” )….Kendisine bu dizeleri eklememe izin verdiği için teşekkürlerimi sunarım…

11 Nisan 2012 Çarşamba

Öğrendim ki



Öğrendim ki…
Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız.
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz,
Gerisini karşı tarafa bırakırsınız.


Öğrendim ki…
Güveni geliştirmek yıllar alıyor,
Yıkmak bir dakika.


Öğrendim ki…
Hayatında nelere sahip olduğun değil
Kiminle olduğun önemli.


Öğrendim ki…
Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün
Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.


Öğrendim ki…
Kendini en iyilerle kıyaslamak değil
Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.


Öğrendim ki…
İnsanların başına ne geldiği değil
O durumda ne yaptıkları önemli.
Öğrendim ki…
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle
Her işin iki yüzü var.


Öğrendim ki…
Olmak istediğim insan olabilmem
Çok vakit alıyor.


Öğrendim ki…
Karşılık vermek
Düşünmekten çok daha basit.


Öğrendim ki…
Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek
Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.


Öğrendim ki…
‘Bittim’ dediğin andan itibaren
Pilinin bitmesine daha çok var.


Öğrendim ki…
Sen tepkilerini kontrol edemezsen
Tepkilerin hayatını kontrol eder.


Öğrendim ki…
Kahraman dediğimiz insanlar
Bir şey yapılması gerektiğinde
Yapılması gerekeni
Şartlar ne olursa olsun yapanlar.


Öğrendim ki…
Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.

Öğrendim ki…
Bazı insanlar sizi çok seviyor
Ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.


Öğrendim ki…
Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz
Bazıları hiç karşılık vermiyor.


Öğrendim ki…
Para ucuz bir başarı.


Öğrendim ki…
En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.


Öğrendim ki…
Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları
Kaldırmak için elini uzatır.


Öğrendim ki…
İki insan aynı şeye bakıp
Tamamen farklı şeyler görebilir.


Öğrendim ki…
Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.


Öğrendim ki…
Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar
Daha uzun yol yürüyor.


Öğrendim ki…
Hiç tanımadığın insanlar,
iki saat içinde,
senin hayatını değiştirir.


Öğrendim ki…
Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.


Öğrendim ki…
Duvarda asılı diplomalar
İnsanı insan yapmaya yetmez.


Öğrendim ki…
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.


Öğrendim ki…
Karşısındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin
nereden geçtiğini bulmak zor.


Öğrendim ki…
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.
Gerçek aşkların da!


Öğrendim ki…
Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok,
Ne tür deneyimler yaşadığınızla var.


Öğrendim ki…
Aile hep insanın yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.


Öğrendim ki…
Ne kadar yakın olursa olsunlar
En iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir.
Onları affetmek gerekir.


Öğrendim ki…
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor.
Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Öğrendim ki…
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın
Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.


Öğrendim ki…
Şartlar ve olaylar,
Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir.
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.


Öğrendim ki…
İki kişi münakaşa ediyorsa,
Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.




Öğrendim ki…
Her problem kendi içinde bir fırsat saklar.
Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.


Öğrendim ki…
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.

Ataol BEHRAMOĞLU

Hayattan aldığım 45 ders

1.Hayat haksızlıklarla dolu ama yine de güzel!!.
2.Şüphede kalma, ikinci bir adım daha at!
3 Hayat, nefrete harcayacak kadar uzun değil
4.Hastalandığında sana işin değil, ailen, arkadaşların bakacak. Onlarla ilişkini koparma!
5.Her ay kredi kartlarını ödemeyi unutma.
6.Her tartışmayı kazanacaksın diye bir şey yok! . Fikir farklılıklarını kabul et!!.
7.Ağlayacaksan, bir başkası ile birlikte ağla! Tek başına ağlamaktan evladır..
8.Tanrıya kızmanda bir mahzur yok! O bunu kaldırabilir! !.
9.İlk maaşından başlamak üzere, emekliliğine para ayır..
10 Söz konusu çikolataysa,direnmenin anlamı kalmıyor. .
11 Geçmişinle barış ki, bugününün içine etmesin!.
12 Çocukların seni ağlarken görsün! Bundan kaçınma..
13 Hayatını başkaları ile mukayese etme, ötekilerin neler çektiğini bilmiyorsun!
14.Bir ilişki gizli olacaksa, sen içinde olmamalısın!.
15.Göz kırpacak kadar bir zamanda her şey değişebilir. Ama merak etme, Tanrı asla göz kırpmaz!!
16.Derin bir nefes al, kafanı sakinleştirir.
17.Güzel ve yararlı olmayan, seni mutlu etmeyen her şeyi çöpe at!!
18 Her ne yaşıyorsan, seni öldürmediği müddetçe, güçlü kılar.
19.Mutlu bir çocukluk geçirmek için geç kalmış değilsin de, bu sadece ve sadece sana bağlı!!
20.Hayatta sevdiğin her ne ise, peşinden giderken asla "hayır" sözcüğünü cevap kabul etme.
21.Mumları yak, değerli yatak takımlarında uyu, kendine pahalı iç çamaşırları satın al.... Bunlar için özel fırsatlar bekleme, bugün zaten özeldir!!
22.Önce hazırlan, sonra da kendini akıntıya bırak.
23.Şimdiden egzantrik ol! Kırmızı giymek için yaşlanmayı bekleme.
24.En önemli seks organı beyindir..
25.Mutluluğun için senden başka sorumlu yoktur! .
26.Her yaşadığın felaketin ardından kendine şu soruyu sor: "Beş yıl sonra bunun benim için ne önemi olacak??"
27.Daima yaşamı seç.
28.Herkesi, her şeyi affet.
29.Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez! .
30.Zaman her imkana sahip.. Zaman tanı!
31.Durum ne kadar iyi veya kötü olursa olsun, değişecektir..
32.Kendini fazla ciddiye alma, kimse almıyor ki zaten!.
33.Mucizelere inan!!.
34.Tanrı, Tanrı olduğu için seni seviyor. Yoksa yaptıkların ya da yapmadıkların için değil!!
35.Hayatı denetlemeyi bırak!.Öne çık, kendi hayatını kendin yarat.
36.İki seçeneğin var "Erken ölmek" ya da "yaşlanmak"..
37.Çocuklarınızın, yaşayacak başka çocukluk dönemi yok!.
38.Sonuçta gerçekten önemli olan sevmiş olmandır!!.
39.Her gün dışarı çık.. Mucizeler her yerde seni bekler!.
40.Dertlerimizi bir torbaya doldurup, milletinkilerle bir arada görsek, bizimkileri geri toplardık..
41.Kıskançlık zaman kaybıdır. Zaten ihtiyacınız olan her şeye sahipsiniz!!
42.Her şeyin en iyisini daha yaşamadın !!.
43.Kendini nasıl hissedersen et, kalk, giyin ve dışarı çık!
44.Yol ver!
45.Hediye paketinde olmasa bile, hayat yine de bir hediyedir!!. "

Regina Brett

KİM TUTABİLİR Kİ GİTMEK İSTEYENİ....HELAL EDERSİN HAKKINI

Anadolu’da bugün bile anlatılan eski bir aşk hikâyesi vardır. Ben bunu birkaç ayrı tasavvuf sohbetinde bambaşka insanlardan dinledim. Derler ki, vaktiyle Siirt Tillo’da bir tekkede mürit, tasavvufa gönül vermiş bir zat yaşarmış. Temiz, saf, güzel gönüllü bir genç adammış. Gel zaman git zaman âşık olmuş, hem de sırılsıklam. Karşılık da bulmuş. Sevdiği kız da ona sevdalanmış. Evlenmişler. Mutlu seneler geçirmişler. Ne var ki bir zaman sonra karısı dikilmiş karşısına. “Ben gitmek istiyorum” demiş. “Şu yolların ardında başka ne yollar var görmek istiyorum. Sana âşık değilim artık. Bir başkasını gördüm, ona aktı yüreğim. Onunla uzaklara gitmek istiyorum.”

Mürit öfkeden deliye dönmüş. Aklından ilk geçen şey, karısını öldürmek olmuş. “Bana yâr olmayacağına göre kimselere yâr olmasın” diye geçirmiş içinden. Kapanmış eve, planlar yapmış kendince. Kimseyle konuşmaz olmuş. Derken bir sabah şeyhini kapıda beklerken bulmuş. “Hakiki âşık” demiş şeyh, “sevdiği insanın mutluluğunu ister. Âşık kişi, sevdiğinin mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koyar. Gerçekten seven insan, özgür bırakır. Sahiplenmek, hak iddia etmek, can almak, can acıtmak, âşıkların tutacağı yol değildir… Düşün. Düşün de öyle karar ver. Ve bil ki vereceğin karar, senin gerçek sınavındır.”

İşte o zaman mürit için çetin bir iç muhasebe başlamış. Günler, haftalar boyu nefsi bir yana çekiştirmiş, yüreği bir yana. Sonunda bir sabah fırlamış yataktan. Açmış tüm pencereleri, kapıları sonuna kadar. Işık dolmuş içeri, efil efil rüzgâr. Dönmüş karısına, “Dilediğin yere git” demiş usulca. “Ben hakkımı sana helal ettim. Sen de bana helal et, öyle çık yola.”



( Bir de günümüzde halen yaşananlara, insanların birbirine yaşattıklarına bakalım... 
Artık sevmiyorum diyen biri birden kötü insan olur gözümüzde... Ben bunu hiç anlayamadım şimdiye dek. 


İnsanların tercih hakları her zaman olmalı... İnsanların yolu birbiri ile birleşmiş olabilir. Bir süre her şey çok güzel de olabilir. Yol arkadaşlığı sürer. Zamanla değişebilir de her şey, sevgiler azalabilir ama saygı bitmemelidir.Yolunu ayırmak isteyen bir arkadaş olabilir, bir sevgili, bir eş de olabilir. Kim olursa olsun sizde de onda da kalan izler olacaktır. Herkes kendi hayatını yaşamaya devam edecektir. 


Belki çok tanıdık gelecek şimdi yazacağım durum: Eşler ayrılma aşamasındadır, taraflardan biri bir başkasını sevmiştir, ya da sevgisini yitirmiştir tek taraflı olarak. Bunun sebebini ise karşı taraf zahmet edip düşünmeyecek, kendiini sorgulamayacak, hatayı hep karşısında, dışarıda arayacaktır. Kavga, dövüş, hakaretler, mahkemede çıkan rezaletler, arada kalan, psikolojisi bozulan zavallı çocuklar, ayrılmam, sürünsün aşağılık adam diyen kadınlar, anne ya da babasına gösterilmemekte direnilen evlatlar... Bu manzaralar gerçekten de iç karartıcıdır. 


Oysa ki ayrılık olsa da sevgi kırıntıları ve saygı kalabilmelidir. Gecenin bir vaktinde çekinmeden eski bir eş aranabilmelidir. O bir başkası ile mutlu olmayı seçti diye hayatı karartılmamalıdır. 


Hayat kısa. Mutlu olmak herkesin hakkı. kimse kimseye sevgi olmaksızın ömür boyu bağlı kalmamalı. Gitmek isteyen gerçekten de gidebilmeli.Gitmişse de düşman bellenmemeli, arada  bir telefonla da olsa sesini duymaktan, bir selam yollamaktan, gerek duymuşsak yardımını istemekten, yardım istenmişse elimizi uzatmaktan gocunmamalıyız.  / M.ÖZDAŞ )

7 Nisan 2012 Cumartesi

UMUT SEN BENİ UNUT



"Elinden geleni yapmadıysan, umduğunu bulamadığına şikayet etmeye hakkın yoktur." der Cenap Şehabettin.


''Umut'' gün gelir ''Unut'' a döner yüzünü.
Ne kadar beklersen bekle, zamanın planladığından fazlası olmayacaktır.Umut denilen şey de hayata tutunmak için olmayabileceğini bile bile kendine yalan söyleyip inanmaktır.
Olmayacak duaya amin demektir biraz da umut.
Kelimelerde saklanır, kelimelerle döker içini insanlar, umut diye kelimelere tutunur.
Yeni sabahlar yeni umutlara gebe olabildiği gibi yeni hayal kırıklıklarına da  gebe olabilir.
-Asıl unutmayan ‘’ Unuttum ‘’ diyendir.
-Ya ‘’ Unut beni ‘’ diyen?
- İşte o, ateşlerde yanandır…

Her şeyin son bulduğu anda bile umut vardır.'' demiştir Thales ve
Umut; Bir sevgiliye emanet ettiklerinizdir.../ der C. Süreya

Umudu her dem taze tutmak en iyisi belki...


M.Özdaş

5 Nisan 2012 Perşembe

Çağın kâbusları


Okuyup da ürktüğüm  çok sayıda haber olmuştur bugüne kadar ancak bu defakinde ‘’ Bu nasıl iğrenç bir zekânın ürünüdür?’’ diye düşündüm. Endişelerimin sebebi şu haber idi: İngiliz medyasından yayılan bir habere göre Rusya’da Vladimir Putin tarafından  insanların sinir sistemini kullanılamaz hale getiren bir silahın üretimine izin verildi.
Asıl ürküten bir şey daha vardı ki bu silahların soğuk savaş dönemiyle birlikte 1950'li yıllardan itibaren ABD ve Rusya'nın geliştirmek için laboratuvar çalışmaları yaptığı bilinmesi...

"Psychotronic" adı verilen hedefin sinir sistemini felç edip kontrolünün ele geçirilmesini hedefleyen bu tehlikeli psikolojik silahın yapımına izin verilmiş. Medya’da yayılan haberlere göre bu sıra dışı silahı Rusya çoktan geliştirmiş ve uykuya bırakmış ve nihayet Putin, silahın gerçekleştirilmesi için nihai emri vermiştir.

Askeri ve politik anlamda nükleer olarak nitelenen bu silahların “sinir sistemine doğrudan etki eden, kişiyi kontrol altına alan, istenirse onu suikaste yöneltebilen bir silah” tanımlaması Rus savunma bakanı Anatoly Serdyukov tarafından yapılmış bulunmaktadır.

Yayılan haberlere göre Rusya'nın başkenti Moskova'daki Askeri Araştırmalar Merkezi Başkanı Anatoly Tsyganok, bu silaha maruz kalan bir kişinin ateşinin hızla yükseleceğini, kızgın ateşte duran bir tavaya atılmış gibi kendini hissedeceğini, bu silahlar hakkında hâlâ özel birliklerdeki askerlerin bile bu tür silahlarla ne yapacaklarını fazla bilmediklerini söylemektedir.
İnsanın davranışlarının kontrol edebileceği, intihara sürüklemenin de mümkün olduğu, mikrodalga fırınlardaki gibi elektromanyetik ışınlar yayarak hedefteki insanın sinir sistemini felç edebilecek, aşırı oranda verildiğinde iç organlara zarar vererek, sinir sistemini çalışamaz hale getirebilecek bir silahtan bahsediyoruz.
Bu bir insanlık suçu, suçu gerçekleştirenler de insan değil midir? İnsanlık laboratuarların loş koridorlarında kaybolmaya devam etmektedir. Dünya buna karşı çıkacak mı diye soramıyorum. Biliyorum ki bozacının şahidi şıracı. Bir yanımızda büyük abimiz Amerika, üst kat komşusu Rusya, bir tarafta Müslüman komşularımızdan İran... Fazla söze gerek var mı? 
Bu nasıl bir insan zekâsıdır ki kendi türünü öldürmek için nefes almaya devam edip kendisine insanım, hatta bilim insanıyım diyebiliyor? Bunun yerine insanların nasıl mutlu edilebileceğine kafa yorulsa, çareler aransaydı dünya bugünden ne kadar farklı olurdu, bir düşünelim...

Çağımızda  insanların beyin ağırlığı erişkin erkekte ortalama 1347 gr (1214-1450 gr) ve kadında 1223 (aralık 1111-1306 gr) kadardır. Biz hâlâ beynin %3 ü mü, % 10’u mu çalışıyor diye  düşünmeye devam ederken birileri beyaz önlüklerini giyip insanlığı karartacak  keşifler yapmaya devam ediyor.

HES ( Hidroelektrik santralleri) ‘lerine, nükleer santrallere karşı koyanlar bu haberi nasıl değerlendirecek merak ediyorum. Rusya’nın üretme kararı aldığı silahın kontrollü kullanımı hemen hemen mümkün değilse de diğer silahların bir dereceye kadar kontrollü kullanılması ve faydaları da söz konusu... Bu silahın geliştirilme aşamasında gözlerden uzak kim bilir kaç kişinin kobay olarak kullanıldığını düşünmeden edemiyorum.

Daha ürkütücü gelişmelerle karşılaşmamak için uyanmaktan korkmayacağımız yarınlara ulaşabilmek dileğiyle...

Müşerref Özdaş
05.04.2012